” Hayal, gerçeği hep kendi i s t e d i ğ i biçimde kurar; ama gerçek hep kendi biçiminde oluşur.
İşin kötüsü, hayal, kafasına dank etmiş geçmiş gerçekleri bile yoğurur, biçimler, k e n d i istediği biçime sokar–
hayalin elinde en gerçek gerçekler bile gerçekliklerini yitirirler:…
Hayalin gerçekten en önemli farkı, kendine bir tür pay çıkarmasıdır: Gerçek ne ise odur, hayalse-hem hayaldir diye, hem hiç de ‘hayal’ değildir diye ; yani her durumda –kendini pohpohlar….
Sahici bilgi, hem gerçek hem hayal kaynağından eşit ölçülerde su çekebilen bir etkinliğin ürünüdür: hayalleri dolduran bir gerçekliğin ve gerçeklere boş vermeyen bir hayalin ortak ürünü…
Çünkü gerçek , hayal olmaksızın biçimsizdir; hayal de gerçek olmaksızın içeriksiz…
…
Herhangi bir yaşantı yaşanırken hayal olarak yaşanıyor da olsa gerçek değil midir? Biz hayal varlıklar, sınırlı da olsa kendimizi gerçekler olarak gerçekliğe yerleştirmiyor muyuz?
Hayal gerçekliğe bir kez yerleşince gerçek olur.Yerini bulan hayal gerçektir—ve tersi : gerçek, yerini bulan hayaldir. İnsanın gerçek dediği yaşamı neredeyse tümüyle yapıntılardan oluşmuyor mu?…
Kişi hiçbir hayalini geçekleştiremeden de yaşamış olsa, hayallerini gerçekten yaşamış olabilir—Gerçekleşmeyeceklerini bile bile , değerli hayallerini sürekli gerçekleştirmeye çalışmışsa (‘Sis-Fos’ )
Ama bir süre hayallerini gerçek diye yaşayan kişi , yaşadıklarında neyin hayal neyin gerçek olduğunun farkına varınca büyük bir sarsıntı yaşar—
Bu hayal ile gerçek arasındaki savaştır: hangisinin hangisini sarsabileceğine karar verdirecek bir savaş…”