Örnek Vak’a : Birkaç yıl önce dünyanın her yerinde birbirine karşı yarışan ve zorlu görevleri tamamlamaları gereken çiftlerin olduğu bir Tv programı vardı. Karen ve Tim programın en ideal çiftiydi: güzel , çekici akıllı ve başarılı. Karşılaştıkları çeşitli zorluklarda ilişkilerine dair özel detaylar ortaya çıkıyordu. Karen evlenmek istiyordu ama Tim isteksizdi. Tim bağımsızlığına değer veriyordu, Karen daha yakın olmak istiyordu. Yarışmanın hararetli anlarında , sıklıkla bir tartışmadan sonra , Karen Tim in elini tutmaya ihtiyaç duyuyordu. Tim mütereddit davranıyordu, bu yakınlık Tim’e fazla geliyordu ve Karen in anlık isteklerine boyun eğmek istemiyordu.
Son programa gelindiğinde, Tim ve Karen, yarışı önde götürüyordu. Neredeyse büyük para ödülünü kazanmak üzereydiler ama tam bitiş çizgisine yenildiler. Sezon finali röportajında, onlara geriye baktıklarında neyi farklı yapacakları sorulduğunda, Karen dedi ki; “ bence Tim’e fazla muhtaç olduğum için kaybettik. Davranışlarımın biraz aşırı olduğunu görüyorum. Fakat bundan bir ders çıkardım ve artık öyle biri olmak istemiyorum. Neden elini tutmaya o kadar gerek duydum ki ? Elini uzatmasını beklemeden soğukkanlılığımı korumalıydım. “ Tim ise daha az şey söyledi :” bu yarışın hiçbir bakımdan gerçek hayatla ilgisi yok. Yaşadığım en yoğun deneyimdi. Yarış boyunca birbirimize kızacak zamanımız bile olmadı. Bir görevden diğerine koşturup durduk”
Hem Karen hem de Tim önemli bir gerçekten bahsetmekten kaçınıyordu : Birlikte yapacakları bungee-jumpinden önce Tim in gözü korktu ve az kalsın yarıştan ayrılıyordu. Karen’in teşvik etmesi ve onunla birlikte atlayacağına dair güvence vermesine rağmen, Tim bunu yapmayacaktı. Bir ara tüm ekipmanları çıkararak bırakıp gidecek noktaya geldi. Nihayetinde cesaretini toplayıp yarışa devam etti. Fakat o tereddüt anı yüzünden yarıştaki lideriklerini kaybettiler.
Bağlanma teorisi bize, Karen’in duygusal ihtiyaçlarını kontrol etmesi ve stres anında kendini sakinleştirmesi gerektiğine dair varsayımın yanlış olabileceğini söylüyor. O, sorunun kendisinin daha fazla muhtaç davranmasında olduğunu sanmıştı. Fakat araştırma bulguları tam aksini destekliyor. Beynimiz partnerimizin fiziksel ve psikolojik varlığıyla desteğine ihtiyaç duyacak şekilde düzenlenmiştir. Partnerimiz, bize güvende hissettirmekte başarısız olduğunda, o güveni ağlayana kadar girişimlerimizi sürdürmeye programlıyız. Karen bunu anlasaydı, televizyonda yayınlanan bir yarışmanın stres anında Tim’in elini tutmak istediği için utanmazdı. Tim’e gelince, Karen’in elini tutmasının ikisine de kazanmak için ihtiyaç duydukları gücü vereceğini bilmesi gerekirdi. Ayrıca, Karen’in ihtiyacına baştan karşılık verseydi, daha ona onu sakinleştirmek için enerji harcamasına gerek kalmayacaktı. O talep etmeden önce , endişeli olduğunu gördüğünde elini tutabilirdi. Dahası, eğer Tim, Karen’in desteğini daha hazır bir şekilde kabul etseydi, muhtemelen atlayışı daha erken yapabilecekti.
Bağlanma prensipleri bize insanların ancak giderilmemiş ihtiyaçları kadar muhtaç olduklarını söylüyor. Duygusal ihtiyaçları karşılandığında- ne kadar erken o kadar iyi- ilgi dışarıya yönelir. Bu, bağlanma literatüründe “ bağımlılık paradoksu” olarak geçer. İnsanın diğerine etkin bir şekilde bağlanması, cesur ve bağımsız hissetmesini destekleyebilir. Karen ve Tim, aralarındaki duygusal bağı yarışta lehlerine çevirecek şekilde kullanmaktan habersizdi.
Karen ‘in kendisini muhtaç olarak görüp suçlaması ve Tim’in bağlanma rolüne karşı özensizliği şaşırtıcı değil, onların hatası da değil. Nihayetinde hepimiz yakınlık , birliktelik ve özelikle de bağımlılığı küçümseyen , bağımsızlığı yücelten bir kültürde yaşıyoruz. Bu tavrı, zararımıza olmasına rağmen doğru kabul ediyoruz.
İnsanların duygusal olarak kendi kendine yetmesi gerektiğine dair yanlış inanç yeni değil. Batı toplumunda yakın zamana kadar çocuklar kendi başlarına bırakıldıklarında ve kendi kendilerini sakinleştirmeyi öğrendiklerinde daha mutlu olacaklarına inanılıyordu. Sonra bağlanma teorisi ortaya çıktı ve bu tavrı en azından çocuklara karşı değişirdi. 1940 larda uzmanlar, ebeveynlere çocuklarına fazla ilgi göstermemeleri , saatlerce ağlamalarına izin vermeleri ve onlara katı bir zaman diliminde yemek eğitimi vermeleri söyleniyordu sosyal hizmet görevlileri en ufak bir sorun alametinde, çocukları evlerinden alıyor , yetiştirme yurtlarına yerleştiriyordu.
Mutlu bir çocuk , kendi kendi idare eden , korkusuz, özgüvenli, uyumlu, çözümcü, fiziksel bir acısı olmadıkça ağlamayan, kendini işe ve oyuna vermiş , bir kimseye yada bir yere karşı büyük bağımlılığı olmayan biriydi. 1950 erde ve 1960 larda , bağlanma teorisi çalışmalarından önce, psikologlar ebeveyn ve çocuk arasındaki bağın öneminin farkında değildi. Bir çocuğun anneyle bağının , annenin çocuğun gıda kaynağı olmasından kaynaklandığını düşünülüyordu. Fakat Bowlby, tüm besin ihtiyaçları giderilmiş çocukların bile bir bağlanma figürü olmadığında, normal bir şekilde gelişim gösteremediklerini gözlemledi. Ainsworth ve Bowlby nin çalışmaları çocuk ile ona bakan arasındaki bağın , çocuk için ekmek ve su kadar gerekli olduğunu ortaya koydu.
Bağlanma İhtiyaçları Sadece Çocuklar İçin Değil
Yetişkin bağlanması alanının öncüleri Cindy Hazan ve Philip Shaver in 1980 lerin sonunda Rocky Mountain News’te yayınladığı “ aşk testi” ne dek bu varsayım kanıtlanmamıştı. (1)Testte gönüllülerden ilişkilerdeki duygu ve tavırlarını en iyi ifade eden şıkları işaretlemeleri istendi. Üç ifade üç bağlanma stiliyle ilişkiliydi ve bunlar aşağıdaki gibiydi:
*Başkalarıyla yakınlık kurmaktan onlara tabi olmaktan ve onların da bana tabi olmasından rahatsızlık duymam. Terk edilme yada birinin benimle fazla yakınlık kurması gibi konularda pek endişelenmem. ( güvenli bağlanma stilinin ölçütü)
*Başkalarıyla yakın olmaktan biraz yakınlık duyarım, birine tamamen güvenmek, ona bağlı olmak benim için zordur. Herhangi biri çok yakınlaşırsa rahatsız olurum ve sevgililerim benim kendimi rahat hissettiğimden daha yakın davranmamı ister. ( kaçıngan bağlanma stili)
*Başkalarının benim istediğim kadar yakın olmayı tercih etmediklerini görürüm. Partnerimin beni gerçekten sevip sevmediği veya benimle olmaya devam edip etmeyeceği konusunda sıklıkla endişelenirim. Biriyle tam olarak bütünleşmek isterim ve bu istek zaman zaman insanları korkutup uzaklaştırır. ( kaygılı bağlanma stili )
Dikkate değer biçimde, bu sonuçlar yetişkinlerdeki bağlanma stillerinin çocuklardakine benzer bir dağılıma sahip olduğunu gösteriyordu. Ayrıca araştırmacılar, her bağlanma stilinin son derece farklı ve kendine has inançlara , davranışlara partnerlere ilişkilere ve genel olarak yakınlığa sahip olduğu sonucuna ulaştı.
Çocuklardaki bağlanma durumuna göre tetiklenen duyguların, düşünce yapılarının ve davranışların yetişkinlerinkiyle benzerlik gösterdiği ortaya çıktı. Aralarındaki fark, yetişkinlerin soyutlama yeteneklerinin daha yüksek olması. Bu yüzden bazen bir kişinin fiziksel olarak yanımızda olmasını değil, manen de yanımızda olmasını istiyoruz. Nihayetinde, yakın bir bağ ve partnerimize her an ulaşabileceğimiz güvenme ihtiyacı hayatlarımız boyunca önemli bir rol oynuyor.
Kaynak : Bağlanma, Aşkı Bulmanın ve Korumanın Bilimsel Yolları , Rachel Heller & Amir Levine
1)https://adultattachmentlab.human.cornell.edu/HazanShaver1987.pdf