Psikolojik Bir İlişki Olarak Evlilik

Psikolojik bir ilişki olarak bakıldığında, evlilik, çoğunlukla heterojen nitelikte olan bir dizi öznel ve nesnel faktörden oluşan oldukça karmaşık bir yapıdır. Kendimi burada evliliğin tamamen psikolojik sorunlarıyla sınırlamak istediğim için, evlilik ortakları arasındaki psikolojik ilişki üzerinde belirgin bir etkiye sahip olsalar da, yasal ve sosyal nitelikteki nesnel faktörleri temelde göz ardı etmeliyim.

Ne zaman bir “psikolojik ilişki” den bahsetsek, bilinçli olanı varsayarız, çünkü bilinçsiz bir durumda olan iki kişi arasında psikolojik bir ilişki yoktur. Psikolojik bakış açısından, ilişki olmadan zaten tam olurlardı. Başka herhangi bir bakış açısına göre, örneğin fizyolojik,” ilişkili” kabul edilebilirler, ancak ilişkileri “psikolojik” olarak adlandırılamaz. İtiraf edilmeli ki,  varsaydığım gibi tam bir bilinçsizlik hali olmamasına rağmen, yine de, azımsanmayacak ölçüde bir bilinçdışı kısım vardır, ve psikolojik ilişki bu bilinçdışının varlığı derecesinde sınırlıdır.

Çocukta bilinç, bilinçsiz psişik yaşamın derinliklerinden, ilk olarak, yavaş yavaş bir “kıta”, bir sürekli “bilinç parçası” oluşturmak için bir araya gelen ayrı adalar gibi yükselir. İlerleyen zihinsel gelişim, aslında “bilincin yayılması” anlamına gelir. Sürekli bir bilincin yükselmesiyle, bundan daha önce değil, psikolojik ilişki mümkün olur. Bildiğimiz kadarıyla, bilinç her zaman ego-bilinçtir. Kendimin bilincinde olmak için kendimi diğerlerinden ayırabilmeliyim. İlişki ancak bu ayrımın olduğu yerde gerçekleşebilir. Bu ayrım genel bir şekilde yapılabilir olsa da, normalde eksiktir, çünkü psişik yaşamın geniş alanları hala bilinçsiz kalır. Bu bilinçsiz içeriklerle ilgili olarak hiçbir ayrım yapılamadığından, bu alanlarda bir “ilişki” kurulamaz; Burada hala, egonun diğerleriyle olan ilkel kimliği, ki orijinal bilinçdışı durumudur, hüküm sürer, yani ilişkinin tamamen yokluğu.

Evlilik çağındaki genç insan, elbette, ego-bilincine sahiptir (bir kural olarak, kızlar erkeklerden daha fazla ), ancak kişinin,  henüz yakın zamanda orijinal bilincin sislerinden ortaya çıktığı için hala gölgede yatan  ve bu ölçüde psikolojik ilişkinin oluşumunu engelleyen geniş alanlara sahip olduğu kesindir . Bu, pratikte, genç erkeğin (veya kadının) kendisi ve başkaları hakkında yalnızca eksik bir anlayışa sahip olabileceği ve bu nedenle kendisi  ve diğerlerinin motivasyonlarıyla ilgili olarak kusurlu şekilde bilgi sahibi olduğu anlamına gelir. Kural olarak, harekete geçtiği sebepler/ motivasyonları  büyük ölçüde bilinçsizdir. Öznel olarak, elbette, kendisinin çok bilinçli ve bilgili olduğunu düşünür, çünkü mevcut bilincimizin içeriğini sürekli olarak abartırız ve ulaştığımız son nokta olduğunu düşündüğümüz bir zirvenin  çok uzun bir tırmanışın ilk noktası olduğunu anladığımız an büyük ve şaşırtıcı bir keşif yaşarız.  Bilinçdışı alan ne kadar büyük olursa, evlilik o kadar az bir “özgür seçim” konusudur,  birine aşık olunduğunda ortaya çıkan ölümcül zorlama, baskı halinde görüldüğü gibi. Bu baskı, kişi aşık olmadığında  bile var olabilir, ama daha az kabul edilebilir bir şekilde.

Bilinçsiz motivasyonlar kişisel ve genel doğadadır. Her şeyden önce, ebeveyn etkisinden kaynaklanan nedenler vardır. Genç adamın annesi ile kızın babası ile ilişkisi bu açıdan belirleyicidir. Olumlu ya da olumsuz olarak, bilinçdışı karı koca seçimini etkileyen, ebeveynlere olan bağın gücüdür. Her iki ebeveyne yönelik bilinçli aşk(sevgi), benzer bir eş seçimine yönlendirirken, bilinçli olmayan bir bağ (ki hiçbir şekilde, kendisini sevgi şeklinde, bilinçli olarak ifade etmesine gerek yoktur) seçimi zorlaştırır ve karakteristik değişimlere neden olur. Onları anlayabilmek için, kişi, önce ebeveynlerle olan bilinçsiz bağının nedenini ve hangi şartlar altında bilinçli seçimi zorla değiştirdiğini ve hatta engellediğini bilmek durumundadır. Genel olarak konuşursak, ebeveynlerin yaşayabilecek oldukları , ancak yapay nedenlerle kendilerini engelledikleri tüm hayat, çocuklara ikame şeklinde aktarılır. Başka bir deyişle, çocuklar bilinçsiz bir şekilde, ebeveynlerinin yaşamlarında yerine getirilmemiş kalan her şeyi telafi etmeyi amaçlayan bir yöne yönlendirilmektedir. Dolayısıyla, aşırı ahlaki düşünen ebeveynlerin “ahlaki olmayan” çocuklar denilen şeye sahip olmaları ya da bir babanın sorumsuz bir israfının, olumlu bir şekilde bir hırsa sahip bir oğula sahip olmaları gibi durumlar vardır. En kötü sonuçlar, kendilerini yapay bir  bilinçsizlik halinde tutan, bırakan  ebeveynlerden gelir. “Tatmin edici” bir evliliği bir bahane-neden olarak rahatsız etmemek için kendisini kasıtlı olarak bilinçsiz tutan bir anne örneğini alın. Bilinçsizce oğlunu, kendisi için bir koca yerine geçmesi üzere bağlar. Oğul, doğrudan eşcinselliğe zorlanmazsa, seçimini gerçek doğasına aykırı bir şekilde değiştirmek zorunda kalır. Örneğin, açıkça annesinden daha ‘aşağıda’ ve onunla rekabet edemeyen bir kızla evlenebilir; ya da belki de onu annesinden uzaklaştırmayı başarabilen zalim ve zorba olan bir kadına tutulur. Eğer içgüdüler tarafından etkilenmezse, bir eş seçimi, bu etkilerden arınmış olabilir, ancak er ya da geç, kendilerini engel olarak hissettireceklerdir. Az ya da çok içgüdüsel bir seçim, türlerin korunması açısından en iyisi olarak düşünülebilir, ancak psikolojik olarak her zaman şanslı değildir, çünkü tamamen, saf içgüdüsel kişilik ile bireysel olarak farklılaştırılmış olan arasında nadiren büyük bir fark vardır. Ve bu gibi durumlarda, yarış tamamen içgüdüsel bir seçim ile geliştirilebilir ve canlandırılabilir olmasına rağmen, bireysel mutluluk acı çekmek durumunda kalır. (“İçgüdü” fikri ,doğası çoğunlukla bilinmeyen her türlü organik ve psişik faktör için kolektif bir terimden fazla bir şey değildir.)

Birey sadece türlerin korunmasında bir araç olarak görülüyorsa, o zaman bir eşin tamamen içgüdüsel tercihi en iyisidir. Ancak, böyle bir seçimin temelleri bilinçdışı olduğu için, yalnızca, kişisel olmayan bir çeşit bağ, onların üzerine inşa edilebilir, ilkellerde mükemmelce gözlemlenebildiği gibi. Burada bir “ilişkiden” bahsedebilirsek, bu,  en iyi ihtimalle, demek istediğimizin soluk bir yansıması, kişisellikten uzak bir karakterdeki ilişki durumları, ki bunlar tamamen geleneksel alışkanlık ve önyargılardır, her geleneksel evliliğin prototipidir.

Anne-babanın mantık, hesaplama veya sözde sevgi dolu bakımının evliliği düzenlemediği( Jung burada iğneliyor) çocukların bozulmamış içgüdüleri, ya yanlış eğitim ya da birikmiş ve ihmal edilmiş ebeveyn komplekslerinin gizli etkisiyle kirlenmediği sürece, evlilik seçimi, normalinde, içgüdünün bilinçsiz motivasyonlarını takip edecektir. Bilinçsizlik, tanımsız ya da bilinçsiz kimlikle sonuçlanır. Bunun pratik sonucu, bir kişinin diğerinde ( karşısındaki kişide) kendisininkine benzer psikolojik bir yapı öngörmesidir. Normal cinsel yaşam, görünüşte benzer amaçlarla paylaşılan bir deneyim olarak, birlik ve kimlik duygusunu daha da güçlendirir. Bu durum tam bir uyum olarak tanımlanmaktadır ve bilinçsiz birliğin o orijinal durumuna geri dönüş çocukluğa dönüş gibi olduğundan, nedensiz büyük mutluluk (“bir yürek ve bir ruh”) olarak anlaşılmaktadır – ama sağlam bir nedenle; anne karnındaki, bilinçsiz birlik durumuna dönüş gibidir; aşıkların çocukça jestleri, hareketleri… Dahası, annenin rahmine, henüz bilinçsiz bir yaratıcılığın iç içe geçmiş derinliklerine bir dönüştür. Gerçekte, İlahi olanın, gerçek ve tartışmasız bir deneyimidir, ki aşkın kuvveti bireysel olan her şeyi bozar ve tüketir, hayatla bir birleşme ve kaderin kişisel olmayan gücü ile bir birleşim… Bireysel kendine sahip olma isteği kırılır: kadın anne olur, erkek adam olur ve böylece her ikisi de özgürlüklerinden soyunur ve yaşam isteğini ( life urge) birlikte yaparlar.

Burada, ilişki, biyolojik içgüdüsel hedefin, türlerin korunmasının bağları içerisinde kalır. Bu amaç kolektif bir yapıya sahip olduğundan, karı koca arasındaki psikolojik bağ da esasen kolektif olacaktır ve psikolojik anlamda “bireysel” bir ilişki olarak kabul edilemez. Kişisel bir ilişkiden, ancak, bilinçsiz motivasyonların doğası tanındığı, kabul edildiği ve orijinal kimlik kırıldığında konuşabiliriz. Nadiren bir evlilik, sorunsuz ve kriz yaşanmadan “bireysel-kişisel” ilişkilere dönüşür. Bilincin acısız doğuşu yoktur.

Bilinçli aydınlanmaya götüren yollar çoktur, ancak bunlar belirli yasaları izlerler. Genel olarak, değişim yaşamın ikinci yarısının başlamasıyla başlar. Yaşamın orta dönemi muazzam psikolojik öneme sahip bir zamandır.

Çocuk, psikolojik yaşamına çok dar sınırlar içinde, annenin ve ailenin sihirli çemberinin içinde başlar. İlerici olgunlaşma ile ufkunu ve kendi etki alanını genişletir; umutları ve niyetleri kişisel iktidarın ve mülklerin kapsamını genişletmeye yöneliktir; arzu, dünyaya her geçen gün genişleyen bir alana uzanır; bireyin iradesi, bilinçsiz motivasyonların izlediği doğal hedeflerle daha da özdeşleşir. Böylece insan, kendi nefesini almaya ve “şeylere” vermeye başlar,  sonunda o şeyler kendileri yaşamaya ve çoğalmaya başlar; ve kişi , onlar tarafından büyütülür.  Anneler, çocukları tarafından, erkekler kendi yarattıkları tarafından ele geçirilir ve başlangıçta yalnızca emekle ortaya çıkarılan şey ve en büyük çaba artık geri alınamaz. İlk önce tutkuydu, sonra görev haline geldi ve sonunda dayanılmaz bir yük, yaratıcısının yaşamını semiren bir vampir. Yaşamın ortası (yolun yarısı)  en büyük gözler önüne serilme anıdır, kişi hala kendisini işine bütün gücü ve iradesiyle verirken. Tam da bu anda, gece doğar, ve hayatın ikinci yarısı başlar. ‘Tutku’ şimdi yüzünü değiştirir ve ‘görev’ haline gelir. “ İstiyorum”,  kaçınılmaz “yapmalıyım” a dönüşür, ve bir zamanlar sürpriz ve keşif getiren yolun dönüşleri gelenek tarafından körelir. Şarap fermente edildi ve yerleşip temiz hale gelmeye başladı. Her şey yolunda giderse muhafazakar eğilimler gelişir; dört gözle ileriye bakmak yerine,  çoğu zaman istemsiz olarak geriye bakar ve kişi hayatının bu noktaya kadar nasıl geliştiğini görmek için durum değerlendirmesi yapmaya başlar. Gerçek motivasyonlar aranır ve gerçek keşifler yapılır. Kendisinin ve kaderinin eleştirel araştırması, insanın kendine özgü özelliklerini tanımasını sağlar. Ancak bu iç görüler ona kolayca gelmez; onlar sadece en şiddetli şoklarla kazanılır.

Yaşamın ikinci yarısının amaçları, ilkinden farklı olduğundan, gençlik tutumunda çok uzun süre kalmak istemek iradenin bölünmesine neden olur.  Bilinç, alışageldiği gibi, ileriye doğru kendi ataletine baskı yaparken, bilinçdışı gerilerde kalır, çünkü daha fazla genişleme için gereken güç ve iç rezerv tüketilmiştir.  Burada, kişinin kendiyle ihtilafı, hoşnutsuzluk yaratır ve kişi olan biteninin gerçeğinin  bilincinde olmadığı için, genellikle bunu eşine yansıtır. Böylece kritik bir atmosfer gelişir, bilinçli farkındalık için gerekli, öncül olan. Genellikle bu durum her iki partner için aynı anda başlamaz. Evliliklerin en iyileri bile , partnerlerin düşünce,akıl durumları birebir olacak ölçüde bireysel farklılıkları sınırlayamaz. Çoğu durumda eşlerden biri evliliğe diğerinden daha hızlı adapte olur. Anne-baba ile olumlu bir ilişki üzerine temellenmiş olan partner, eşine uyum sağlama konusunda çok az zorluk çekerken , diğeri anne-babasıyla olan derin bilinçsiz bir bağ tarafından engellenebilir. Bu nedenle daha sonra tam bir adaptasyon elde edecektir,  ve bu, daha büyük zorluklarla kazanıldığından daha dayanıklı olduğunu bile kanıtlanabilir.

İlerleme hızı  ve ruhsal gelişim derecesindeki bu farklılıklar, kritik anlarda görünür hale gelen tipik bir zorluğun nedenleridir. Bir kişiliğin “ruhsal gelişim derecesi” nden bahsederken, özellikle zengin ya da büyük bir doğaya işaret etmek istemiyorum. Hiç de böyle değil. Daha çok , belli bir akıl yada doğa nın karmaşıklığını kastediyorum, basit bir küple çok yüzlü bir değerli taş arasındaki farkla benzeşebilir. Kalıtsal özelliklerle yüklenen, bazen uzlaştırması çok zor olan, çok taraflı ve oldukça sorunlu doğalar vardır. Bu tür doğalara uyum sağlama veya bunların daha basit kişiliklere uyum sağlaması her zaman bir problemdir. Belli miktarda disosiasyon ( ayrışma)  eğilimine sahip olan bu kişiler, genellikle kişiliklerinin birbiriyle uzlaşmayan parçalarını belli dönemlerde ayırır, aslında olduklarından daha basit bir şekilde dağıtırlar; ya da çok yönlülükleri onlara tuhaf bir çekicilik katıyor olabilir. Bu kişilerin partnerleri, kendilerini kolaylıkla böylesi labirentli bir doğada kaybedebilir , kişisel çıkarlarının tamamen emilebileceği sonsuz olasılıklı deneyim bolluğuyla karşılaşabilirler, ki bu bazen çok kabul edilebilir bir şekilde değildir, zira bütün iş o zaman bu çoklu kişiliğin dönüş ve değişimlerini takip etmek haline gelir. Her zaman o kadar çok deneyim vardır ki, daha basit olan kişilik,  tamamen gömülmemişse bile çevrelenmiş, kuşatılmıştır, kendisinden daha karmaşık partneri tarafından yutulur ve çıkış yolunu göremez.

Bir kadının tamamen, ruhsal olarak, kocasında ve bir kocanın, tamamen duygusal olarak, karısıyla kapsanması neredeyse düzenli bir durumdur. İnsan bunu, “içerilen-kapsanan”( contained)  ve “içeren -kapsayan”(  container ) sorunu olarak tanımlayabilir.

İçerilen kişi, tamamen evliliğinin sınırları içinde yaşadığını hisseder; eşine olan tutumu bölünmemiştir; evliliğin dışında temel zorunluluk ve bağlayıcı çıkarları yoktur. Aksi taktirde bu ideal olabilecek partnerliğin tatsız tarafı, asla bütünüyle görülemeyen bir kişiliğe olan rahatsız edici bağımlılıktır ve bu nedenle tamamen güvenilir ve bağlanabilir değildir. En büyük avantaj, kişinin kendi bölünmemişliğinde yatmaktadır ve bu psişik ekonomide azımsanmaması gereken bir faktördür.

Öte yandan, bölünme( disosiasyon) eğiliminde ve  kendisini başka birine bölünmemiş sevgiyle birleştirme ihtiyacına sahip olan İçeren ( kap-konteyner ), daha basit bir kişilik için doğal olan bu çabada çok geride kalır. Diğer kişide,  kendi yönlerini  tamamlayacak ve ona karşılık gelecek olan tüm incelikleri ve karmaşıklıkları ararken, diğerinin sadeliğini rahatsız eder. Normal şartlarda sadelik her zaman karmaşıklığın üzerinde bir avantaja sahip olduğu için, zaman içinde, daha sade bir doğa üzerindeki bu ince ve karmaşık reaksiyonları uyandırma çabalarını bırakmak zorunda kalacaktır. Ve çok geçmeden, basit doğasına uygun olarak ondan basit cevaplar bekleyen eş-ortağı, ona karmaşıklıkları basit cevaplar üzerinden verecektir. İçerilen, yada daha basit-sade olan burada, ister istemez, sadeliğe çekilmek zorunda kalır. Herhangi bir zihinsel çaba, bilinçli sürecin kendisi gibi, sıradan bir insan için o kadar büyük bir gerginlik, yüktür ki, kişi basitliği tercih eder; bu, gerçeğin kendisi olmasa bile. En azından yarı bir gerçeği temsil ettiğinde , ona ait olur. Basit-sade olan doğa, daha karmaşık olan üzerinde fazla küçük bir oda gibi çalışır, ona yeterince alan vermeyen. Öte yandan, karmaşık doğa, daha sade-basit olana çok fazla alanlı çok fazla oda verir, dolayısıyla içerilen nereye ait olduğunu bilemez. Dolayısıyla, daha karmaşık olanın bir şekilde daha basit olanı içerdiği doğal olarak ortaya çıkar. İlki, ikincisinde absorbe edilemez, ancak kendisini içermeksizin onu kapsar. Yine de, daha karmaşık olanın diğerinden daha fazla içerilme ihtiyacı olduğu için, kendisini evliliğin dışına çıkarır ve buna bağlı olarak daima problematik olan rolünü oynar. İçerilen-kapsanan,  kapsayan’ a ne kadar fazla tutunursa, kapsayan o kadar ilişkinin dışına itilir. İçerilen, tutması, yapışmasıyla iter, ve ne kadar fazla iterse kapsayan o kadar az yanıt verebilir hale gelir. Dolayısıyla, kapsayan, ilk başta bilinçsizce şüphesiz, pencereden dışarı bakmaya meyleder ; fakat orta yaşın başlangıcında, kendi içinde, ayrışmış( disosiye) doğası nedeniyle kendisi için özellikle gerekli olan birlik ve bölünmezlik için daha ısrarlı bir özlem uyanır. Bu noktada, çatışmanın başlaması için uygunluk oluşur. Kapsayan, tmamlanmayı aradığının, kendisinde hep eksik olan memnuniyet ve bölünmemişlik özleminin bilincine varır. İçerilen için bu, daima acıyla hissettiği güvensizliğin  bir teyididir; görünüşte kendisine ait olan odalarda, diğer istenmeyen misafirlerin yaşadığını keşfeder. Güvenlik umudu ortadan kalkar ve bu hayal kırıklığı, onu kendine yöneltir, eşini teslim almaya zorlamak için çaresiz ve şiddetli çabası, yada eşini birlik-bütünlük diye aradığı şeyin çocukça ya da ölümcül bir fantaziden başka bir şey olmadığına itirafı çabalarında başarılı olmazsa, başarısızlığı kabul etmesi, onun için iyilik olur, zira bu süreç, onu, diğerinde bu kadar umutsuzca aradığı güvenliğin kendisinde olduğunu tanımaya götürür. Bu şekilde kendisini bulur ve kapsayanda boşuna aradığı tüm karmaşıklıkları kendi basit doğasında keşfeder.

Eğer kapsayıcı ( container), “sadakatsizlik” denilen karşısında yıkılmaz da,  birlik olma arzusunun içsel haklılığına inanmaya devam ederse, şu an için kendi bölünmesine katlanmak zorunda kalacaktır. Burada, disosiasyon, ayrılma yoluyla değil, daha tamam bir  parçalanma ile iyileşir. Birlik için çabalayan tüm güçler, kendilik için sağlıklı arzu, parçalanmaya karşı koyacaktır, ve bu şekilde daha önce her zaman kendi dışında aradığı bir içsel bütünleşme( entegrasyon) olasılığının bilincine varacaktır. Daha sonra ödülünü, bölünmemiş bir benlikte bulacaktır.

Yaşamın ortasında çok sık olan şey budur ve burada, bilge, mucizevi insan doğamız yaşamın ilk yarısından ikincisine geçişi zorlar. Bu, insanın yalnızca içgüdüsel doğanın aracı( aleti) olduğu bir durumdan , artık bir araç olmadığı, ve aslında kendisinin, doğanın kültüre, içgüdünün ruha dönüşümü olduğu bir, metamorfozdur.

Kişi bu gerekli gelişmeyi ahlaki zorbalık eylemleri ile bölmemeye büyük özen göstermelidir, çünkü içgüdüleri ayırarak ve bastırarak ruhsal bir tutum yaratma girişimi bir tahrifattır. Hiçbir şey, şiddetli bir baskın ruhsallıktan daha itici olamaz; brüt tensellik kadar tatsız.  Değişim uzun zaman aldığından, insanların büyük bir çoğunluğu ilk aşamada sıkışıp kalıyor. Eğer ilkellerde olduğu gibi, evliliğin gerektirdiği tüm bu psikolojik gelişime bakmak için bilinçaltını bırakabilirsek, bu dönüşümler daha fazla ve çok fazla sürtünme olmadan çözülebilir. İnsan, “ilkel” denilen kişiler arasında,  sanki, bozulmamış bir kaderin tamamen olgunlaşmış ürünleriymiş gibi, hemen saygı uyandıran manevi kişiliklerle karşılaşır. Burada kişisel tecrübemden konuşuyorum. Fakat bugünkü Avrupalılar arasında ahlaki şiddet eylemleriyle deforme olmayan insanlar nerede bulunabilir? Hem sofuluğa hem de zıddına inanacak kadar barbarız. Ancak tarihin tekerleği geri alınamaz; yalnızca, kaderimizi gerçekten içimizdeki ilk paganın istediği kadar rahatsız etmeden yaşamamıza izin verecek bir tutum için çaba gösterebiliriz. Sadece bu durumda, ruhsallığı tenselliğe saptırmadığımızdan emin olabiliriz; zira ikisi de yaşamalı, her biri diğerinden hayat çekmelidir.

Yukarıda kısaca tanımladığım dönüşüm, psikolojik evlilik ilişkisinin özüdür. Doğanın sonlarına hizmet eden ve orta yaşamın( yaş) karakteristiği olan dönüşümleri yaratan yanılsamalar hakkında çok şey söylenebilir. Yaşamın ilk yarısında evliliği karakterize eden tuhaf uyum, uyumlanmanın başarılı olması şartıyla, büyük ölçüde bazı arketip görüntülerin projeksiyonuna dayanır, kritik aşamada açıkça belirtildiği şekilde.

Her erkek , kendi içinde dişinin ebedi (eternal) imajını taşır, şu  veya bu belirli bir kadının imajını değil, ama kesin bir feminen imajdır. Bu görüntü, esasen bilinçsizdir, erkeğin canlı organik sistemine kazınmış, ilkel kökenli bir kalıtsal faktör, atalarının tüm deneyimlerinin bir dizisi ya da ‘arketipi”, kalıtsal bir psişik adaptasyon sistemi. Hiçbir kadın var olmasa bile, herhangi bir zamanda, bu bilinçsiz imajdan bir dişinin psişik olarak nasıl oluşturulması gerektiğini çıkarmak mümkün olacaktı. Aynısı kadın için de geçerlidir: doğuştan, erkeğin bir imajına sahiptir. Bu imaj  bilinçdışı olduğu için, sevilen kişinin üzerine bilinçsiz bir şekilde yansıtılır ve tutkulu çekim veya isteksizliğin başlıca nedenlerinden biridir. Bu görüntüyü “anima” olarak adlandırdım ve skolastik soruyu Habet mulier animam ( bir kadının ruhuna sahip misin ) olarak buldum. Kadının animası yok, ama bir animusu var. Anima, erotik, duygusal bir karaktere sahip, animus rasyonelleştirici bir karaktere sahip. Bu nedenle, erkeklerin kadınsı erotizm ve özellikle kadınların duygusal yaşamı hakkında söylediklerinin çoğu, kendi anima projeksiyonlarından türetilir ve buna göre çarpıtılır. Öte yandan, kadınların erkeklerle ilgili yaptıkları şaşırtıcı varsayımlar ve fanteziler, tükenmez bir mantıksız tartışma ve yanlış açıklama kaynağı üreten animusun faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır.

Anima ve animus, her ikisi de olağanüstü bir çok taraflılık ile karakterize edilir. Bir evlilikte, “İçerilen” bu imajı “İçeren-kapsayan” a yansıtırken, İçeren, kendi bilinçdışındaki imajı partnerine sadece kısmen yansıtabilir. Daha basit-sade olan partner ne kadar birleşik derli topluysa, projeksiyon o kadar az tamamlanır. Bu durumda, bu etkileyici görüntü, canlı bir kişi tarafından doldurulmayı beklerken havada asılı durur gibidir.  Anima izdüşümlerini doğal olarak çekmek için yaratılmış gibi görünen bazı kadın türleri vardır; burada bir belirgin anima tipinden bahsedilebilir; “Sfenks benzeri” denilen karakter, bu tipin vazgeçilmez bir parçasıdır; ilgi çekici bir belirsizlik – hiçbir şey sunmayan belirsiz bir bulanıklık değil, Mona Lisa’nın konuşan sessizliği gibi, vaatlerle dolu. Bu tür bir kadın hem yaşlı hem de genci,  anne ve kızını, kuşkulu bir iffeti, çocuksu bir kurnazlığı simgeler ki  erkekleri silahsız bırakır.

Kapsayıcı rolündeki olan kadınlar için olduğu kadar erkekler için de, bu görüntünün doldurulması sonuçları yüklü bir deneyimdir, zira kişi için, kendi karmaşıklıklarının, bunlara karşılık gelen bir çeşitlilik tarafından cevaplanması olasılığı vardır. Kişi için, içinde kendini kucakladığı ve aynı zamanda içerdiğini hissettiği geniş manzaralar açılıyor gibi görünüyor. Bunu, iyice düşünüp taşındıktan sonra “görün” derim, çünkü deneyim iki-yüzlü olabilir. Örneğin, bir kadının animus projeksiyonu, kitle tarafından tanınamayan gerçek öneme sahip bir adamı seçebilir ve kadının ahlaki desteğiyle erkeğin gerçek kaderini elde etmesine gerçekten yardım edebilir, böylece bir erkek kendisi için, kendi anima projeksiyonu ile bir femme ilhamı yaratabilir.  Fakat bunun , sıkça, yıkıcı sonuçları olan bir yanılsama olduğu ortaya çıkar, bir başarısızlık haline gelir, çünkü erkeğin inancı yeterince güçlü değildir. Karamsarlar için, bu ilkel psişik görüntülerin olağanüstü olumlu bir değere sahip olduğunu söyleyebilirim, ancak iyimserleri, kör edici fantezilere ve en saçma sapmaların olasılığına karşı uyarmalıyım.

Bu projeksiyonlar bilinçli ve bireysel bir ilişkide dikkate alınmaz. İlk aşamalarda ilişki, bundan uzaktır, zira bunlar bilinçdışı motivasyonlara zorunlu bağlılık yaratır , biyolojik olanlardan çok. Rider Haggard’ın kadını ,  Anima projeksiyonunun altında yatan meraklı fikir dünyasına dair belirtiler verir. Bunlar, özünde ruhsal içerikler, genellikle erotik kılığında gizlenmiş, arketiplerden oluşan ve toplamı kolektif bilinçaltını oluşturan ilkel bir mitolojik zihniyetin açık parçalarıdır. Buna göre, bu tür bir ilişki kolektiftir ve bireysel değildir.

Böyle bir projeksiyon, evlilikte, eşlerden birine bağlandığında, İçeren kişide  kolektif ruhsal ilişki kolektif biyolojik olanla  çelişir ve içine alanda yukarıda tarif ettiğim bölünme ya da parçalanmayı üretir. Eğer kişi, başını suyun üstünde tutabilirse, kendisini bu çatışmanın göbeğinde bulur. Bu durumda, projeksiyon, kendi içinde tehlikeli olsa da, ona, kolektif nitelikliden bireysel bir ilişkiye geçmesinde yardım edecektir. Bu, evliliğin getirdiği ilişkinin tam bilinçli olarak fark edilmesine bağlıdır. Bu yazının amacı evlilik psikolojisinin bir tartışması olduğundan, projeksiyon( yansıtmanın) psikolojisi burada bizi ilgilendiremez. Bunu bir gerçek( fact) olarak belirtmek yeterli.

Kişinin, psikolojik evlilik ilişkisiyle, yanlış anlama riski altında bile olsa, evliliğin kritik geçiş/değişimlerin  doğasından söz etmeden, başa çıkması zordur. Bilindiği gibi, kişi kendisi tecrübe etmedikçe psikolojik hiçbir şeyi anlamaz. Not edilmeli ki, bu durum, hiç kimsenin, kendi kararının tek gerçek ve yetkili olduğuna ikna olduğunu hissetmesine engel değil. Bu kaygılı, telaşlı durum, bilincin anlık içeriğinin gereğinden fazla değerlenmesinden kaynaklanmaktadır, çünkü bu dikkat yoğunluğu olmadan kimse bilinçli olamaz. Dolayısıyla, yaşamın her döneminin kendi psikolojik gerçeği vardır ve aynısı psikolojik gelişimin her aşaması için de geçerlidir. Sadece birkaçının ulaşabileceği, hatta ırk, aile, eğitim, yetenek ve tutku meselesi olan aşamalar bile vardır. Doğa aristokrattır. Normal insan bir kurgudur, bazı geçerli yasalar mevcut olmasına rağmen. Psişik yaşam, en düşük seviyelerde kolayca tutuklanabilecek, takılabilecek bir gelişmedir. Sanki her bireyin, sınırına ulaştığı seviyeye göre yükseldiği veya battığı bir yerçekimi varmış gibi. Görüşleri ve inançları buna göre belirlenir. O zaman, şaşırtıcı değildir, çok sayıda evliliğin, ruhsal veya ahlaki sağlığa zarar vermeden, biyolojik amacın yerine getirilmesinde üst psikolojik sınırlarına ulaşması. Nispeten az sayıda insan, kendileriyle daha derin uyumsuzluğa girer. Dışarıdan çok fazla baskı olduğu zaman, “çatışma”, kendisi için gerekli enerji eksikliği nedeniyle, fazla dramatik gerginlik yaratamaz. Bununla birlikte, ilk önce bilinçsizce, nevrozlara neden olan, daha sonra bilinçli olarak, ayrılıkları, uyuşmazlıkları, boşanmaları ve diğer evlilik bozukluklarını da beraberinde getiren “psikolojik güvensizlik”, sosyal güvenliğe oranla artar. Daha yüksek seviyelerde, analizci yargının durma noktasına geldiği ve din alanına dokunulduğu yerde, yeni psikolojik gelişim olasılıkları fark edilir.

 İlerleme, bir sonraki aşamada neler olabileceğinden habersiz, bilinçsiz, bu seviyelerin herhangi birinde kalıcı bir şekilde takılıp kalabilir. Kural olarak, bir sonraki aşamadan mezun olmak şiddetli önyargılar ve batıl korkularla engellenir. Bununla birlikte, bu, çok yararlı bir amaca hizmet eder, çünkü şans eseri kendisi için çok yüksek bir seviyede yaşamaya zorlanan insan, bir budala ve tehdit haline gelir.

Doğa sadece aristokrat değil, aynı zamanda ezoteriktir. Dolayısıyla, bilge hiçbir insan, bildiği şeyi sır haline getirmeye ikna edilemeyecektir, zira, bu kişi, psişik gelişmenin sırrına asla ihanet edilemeyeceğinin farkındadır, çünkü en yalın haliyle, o gelişme,  bir bireysel kapasite sorusudur.

Kaynak :  in The Development of Personality (1954/1991), Volume 17 of The Collected Works of C.G. Jung

Çeviri-Düzenleme : Psk. Alev A.Topçu

Leave a Reply

Your email address will not be published.


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/kozmikpsk/public_html/wp-includes/functions.php on line 5221